4 Ekim 2015 Pazar

PARİSTE BALAYI - 2

Paris'te balayımızın birinci gününde yarım günlük keşif turumuzdan sonra yağmurun başlamasıyla kendimizi otelimize attık. Kısa bir dinlenme ve yemek molası akşamında Montmartre'de bulunan sevimli otelimizden yine aynı bölgemizde bulunan bize yaklaşık 15 dakikalık mesafedeki Sacre Couer tepesine çıktık.

Sacre Couer Bazilikası



Paris'in en yüksek noktasında bulunan Sacre Couer Bazilikası'ın yapımı Fransa-Prusya savaşına dayanmaktadır. 1870'li yıllarda savaşta ölenlerin anısına inşaatına başlanan yapının maliyetinin tamamına yakınını Fransız halkı üstlenmiştir. İnşaat ise 1914 yılında tamamlanmıştır. 1885 li yıllardan beri buradaki rahipler sürekli ölenlerin ruhuna dua etmektedir. Kilise Hristiyan dünyasının hac görevlerini yapabildikleri uğrak kutsal mekanlardan biri olma özelliğini de taşımaktadır. 

Sacre Couer'dan Paris manzarası
Bazilikanın güzelliğine eşsiz bir Paris manzarası eşlik ediyor. Yapının önündeki merdivenlerde yoğun turist kafilesine karışıp manzaranın atmosferin tadını çıkarmak eşsiz bir his. Siz tam uzaklara dalmışken güneşin yeryüzüne kavuştuğu o tatlı anda arkanızda güzel bir yapı, önünüzde aşıklar şehri, kulağınızda tatlı bir tını Fransız bir filmin ana karakteri oluyorsunuz bir anda. Sanatçı olasınız geliyor. Bir ressam mı, bir yazar mı yoksa bir müzisyen mi? Gerçekten yeteneğinizin olmasının bir önemi yok. Zaten herşey gerçek olamayacak kadar güzel. Herşey gerçeklikten bukadar uzakken kimin umrundaki sizin kim olduğunuz. Varsın bu akşam da çok yetenekli bir ressam olun. Gözlerinizi kapatın öylece çizmeye başlayın bir anda.


Vesselam lafı fazla uzatmadan ağır adımlarla uzaktan bir Eiffel Tower eşliğinde ressamlar tepesine doğru ilerliyoruz. Lafı uzatmıyoruz ama hülyalardan da pek de uyanmışız denemez :) Başka bir masal diyarında buluyoruz kendimizi. Sıra sıra sokak ressamları herbiri birbirinden şahane.. İşin ilginç tarafı benim izlenimim olarak diğer ülkelerdekinin aksine hepsinin önü dolu ve hatta sıra bile var. Herhalde avrupanın en seçkin sokak sanatçıları bu tepede toplanmış diye düşünüyoruz. Malum geçmişteki ünlü sanatçıların Paris'e özellikle Montmartre bölgesine olan aşkını düşündüğümüzde pek de yanılıyor olamayız.
Ressamlar tepesi

Ressamlar Tepesi




Ressamlar tepesinde güzel bir turun üstüne en güzeli buranın tatlı kafelerinin birine girip Paris'in meşhur peynir tabağı-şarap ikilisinin tadına varmak. (dipnot: buradaki güzel peynirlere kanıp dönerken sakın peynir almayın gelene kadar yollarda ziyan oluyor :( ) Hatta bu ikili akşam yemeği menüsü olarak bile ideal. Bir de canlı müzik varsa günün yorgunluğunu silmek için birebir. Artık Paris'e gönül vermiş sanatçıların mertebesine erişiyoruz az da olsa onlar gibi davranıyoruz ve otele dönüş vaktimiz geliyor.




Bize kalırsa Paris gezimizin zirve anlarından olan Sacre Couer tepesi gezimizden sonra otele dönüşümüz ise tam bir maceraydı :) Biraz geç saate kalmış olacağız ki sokaklarda in cin bir de biz yollara düştük. Önceki yazımda bahsettiğim gibi bu bölge Paris'in arka sokakları sayılabilecek bölgeler olduğu için otele varana kadar ürktük. Hatta yolu karıştırıp hayat kadınlarının beklediği bir sokağa bile daldık. Neyseki cana yakın bir abi bulup yol sorabildik de otelimize kazasız belasız ulaşabildik.




Gezimizin 2. gününü en önem verdiğimiz yerlerden biri olan Louvre Müzesi'ne ayırdık. Elbette bunda daha önceden pek çok kişiden duyduğumuz okuduğumuz bir günde bitmez, çok büyük gibi ön hazırlıklar etkiliydi. Ama ne kadar ön hazırlıklı da gitsek nutkumuz tutuldu ve diyebilirimki kim nekadar abartırsa abartsın Louvre en abartının bile en abartısı bana kalırsa. Sabah kahvaltı sefamız biraz uzun sürünce müzeye saat 10'a doğru geldik ve geldiğimizde 1 saat sürecek olan bir kuyruk birikmiş durumdaydı bile.

Sırada boş beklemek olmaz tabi. Bu vakit aralığında biz de Louvre hakkında bilgiler okuyoruz. Dünyanın en  büyük müzesi olan Louvre Müzesi 12.yy'ın sonlarında batı yakasından gelecek tehlikelerden korunmak amacıyla kale olarak yapılmak suretiyle bugünlere gelen macerasına başlıyor. Kalenin yıkılmasıyla 16.yy'da rönesans etkisiyle ilk bina yapılıyor. Sonraki dönemlerde gelen krallarla birlikte saray sürekli bir büyüme halinde oluyor. Fransız devriminden sonra da ilk defa halka açılıyor ve sanat galerisi olarak kullanılmaya başlıyor. Ortadaki piramit ise 1989 yılında büyük tepkilerle yapılmış ve sonradan müzenin simgesi haline gelmiştir.
Müzede toplam 8 bölüm bulunmakta ve toplam 400.000 civarında sanat eseri bulunmaktadır. Müzeye gitmeden önce hangi bölümden girmelisiniz hangi bölümde hangi sanat eserleri var ön bilgiyle gitmeniz faydalı olacaktır. Biz ön bilgiyle gitmedik müzeyi çözene kadar biraz zaman kaybettik ve asıl ünlü eserlerin olduğu bölümü (Denon kanadı) öğleden önce kalabalık olmadan gezmek varken maalesef öğleden sonraya kaldı. Müzedeki 8 bölüme gelecek olursak bunlar;
İslami sanat ve Mısır eserleri (Mısır eserleri benim favorim olan kısım)
Heykel Bölümü
Sanat araçları bölümü
Doğu Medeniyetleri Eserleri bölümü
Yunan eserleri bölümü
Modern dönem resim eserleri bölümü
Etrüsk ve Roma eserleri bölümü
Resim eserleri bölümü
Yazı eserleri bölümü

Müzede biletlerimizi alır almaz görevliler tarafından müzenin popüler tarafı olmayan (: sol tarafına yönlendiriliyoruz. Bu noktadan sonra ben daha benim ilgimi çeken bölümler hakkında bilgi vereceğim. 5-6 saatte koşar vaziyette gezdiğimiz Louvre Müzesi'nde elbet atladığımız önemli eserler olmuştur veya herkese daha sıradan gelmiş bir eser beni kendine çekmiş olabilir.
Asur Kanatlı Boğa Heykeli
 Bugünkü İran bölgesinde MÖ.8yy larda yaşayan Asurlular kapıları süslemek için devasa heykeller kullanırlarmış. Bu heykellerin güçlü duruşları kötü ruhları korkuttuğu zannedilirmiş.











Yukarıdaki fotoğraflarda erken Mezopotamya, Sümer, Asur, Akad vb uygarlıkların içinde yer aldığı Eski Yakın Doğu Sanat Eserleri bölümlerinden karelerdir. Burada Babil Kralına ait Hammurabi kanunları da bulunmakta ancak bu bölümle alakalı fotoğraf çekmeyi atlamışım.








Yukarıdaki fotoğraflar sarayın Napolyon III'ün kaldığı bölümlerden ve o dönem koleksiyonlarından oluşmakta. Bu bölümlerde fotoğraflamadığım bölümlerde alabildiğine şaşalı dekorasyon malzemeleri; abartı avizeler, masalar, koltuklar bulunmakta.




Üstü cam bölmeyle kapalı heykel bölümü. Babam resim bölümünde zaten yeterince vakit kaybedeceksiniz avluyu hızlı geçin dediği için bu bölümü transit geçiyoruz.

Ve aşağıda bizim hayli zaman geçirdiğimiz rönesans dönem ağırlıklı resimlerin bulunduğu salonlardan birkaç kare bulunmakta. Bu resimleri gördükten sonra hayattaki bulunma sebebinizi sorguluyorsunuz. Hemen elinize bir kalem bir kağıt alıp resme falan merak sarasınız geliyor. :)  Müzede gezerken herhangi bir köşede orjinallerini birebir taklit eden sanatçılar görmeniz de olası. O resimlerdeki detaylar.. Hiç kimsenin ilgisini çekmeyen bir detay size darbe vururken, bir başka resim önünde toplanan insanlara inat öylece geçip gittiğiniz oluyor.




Üstteki gezdiğimiz bölümleri bitirdikten sonra müzenin bu kanadından çıkıp kısa bir dinlenme ve yemek molası veriyoruz. Gördüklerimiz göreceklerimizin daha yarısı bile değilken yorgunluktan şikayet ettiğimizi hatırladığım şuan yüzümde tebessüm oluşuyor.
Müzenin devamında Mısır, Afrika, İslam dönemlerinin yanı sıra gene birçok resim ve heykel göreceğiz. Bunları yazımın diğer bölümünde paylaşacağım. Ama Louvre Müzesi hakkında birkaç satırlık not düşecek olursam Paris'e gelip de kesinlikle görmeden dönülmemesi gereken bir yer. Çevrenizde dünyanın her yerinden burayı görmeye gelmiş onlarca millet arasında, yıllardır okullarda genel kültürlerde bilginiz tanıdığınız birçok medeniyeti, kültürü film şeridi gibi öylece seyrederken inanılmaz hisler kaplıyor içinizi. Sanki bir müzeden çok zaman makinesinde gibi hissediyorsunuz. Şövalye kıyafetini kuşanmışken bir anda helen oluyorsunuz. Sarayda kabarık kıyafetlerle gezerken bir anda, kot tşört kalıveriyorsunuz. Zamanın aslında öyle gözde büyütülecek bir kavram olmadığı bile geçiyor aklınızdan. MÖ. 8 yy biranda yanıbaşınızda bitiveriyor. Ahh bir de o taşların, o fırça darbelerinin dili olsa anlatsa. Entrikaları, aşk hikayelerini, acıları, sevinçleri... İnsanlık, insan olmak tepeden yuvarlanan bir kar topu gibi. Sürekli büyüyor, büyüyor. Ah bir de şu hırslar olmasa. Savaşlar olmasa, anneler ağlamasa, çocuklar ölmese...


1 Eylül 2015 Salı

PARİS'TE BALAYI - 1

En son yazımın üstünden bugün itibari ile tam tamına 7 ay geçmiş. Ama şöyle geriye bakınca huhuvv ne hızlı bir 7 ay :) Mesela en büyük farklılık olarak artık evli bir bayanım (:. En son yazımdan sonra arayı bukadar açma sebebim de budur sanırım. Düğündü, düğün hazırlığıydı, evlilik hayatına alışmaydı derken bu güzel sonbaharın ilk gününü bulmuşum. Bu mevsime dair de aklımdaki en büyük ironi doğa uykuya hazırlanırken, şehir insanlarının bir nevi uyanış içinde olması. İş güç, rutin hayat koşuşturmacası bu mevsimde başlar. Okullar açılır, yazlıkçılar döner vs.vs. Takip ettiğiniz yazın yazmayan bloggerlar varsa görmüşsünüzdür onlar da bloglarına 3-5 kelime çiziktirmeye başladı bile. Tabi bu hüzünlü sonbaharda yazmak kadar güzeli var mı? Adı bile insanın içinde şöyle bir esinti etkisi yapıyor. Ama ben ne bu sonbaharın hüzünü hakkında, ne de düğünde giydiğim gelinlik hakkında yazacağım. Benim konum Paris ve Paris'te balayı hakkında olacak.

6 senelik uzun bir ilişkiniz varsa hayatınızın devam eden süreçleri hakkında eşinizle birçok hayal ve planınız mevcuttur. Hatta biz işi daha da ileri götürüp 2009 yılında 10 maddelik bir ''bucket list'' yapıp bugünlere kadar muhafaza etmişiz. Bizi Paris'te balayı serüvenimize sürükleyen en temel etmen bu listemizin 1. maddesidir. Zira 2009'dan evliliğimize kadar olan süreçte eşimin de benim de Paris'e gitme şansı elde etmemize rağmen sözümüze sadık kaldık ve öncesinde gitmedik. Hal böyle olunca 2. bir seçeneğimiz yoktu ve çok şükür hayallerimizi adım adım gerçekleştirmenin mutluluğuna eriştik. Ama burada dipnot düşmek isterim ki düğün hazırlık süreci inanılmaz yorucu bir süreç kaldı ki düğünün kendisi zaten baştan başa bir yorgunluk abidesi. Devamında balayı için böyle bir kültür turu planınız var ama bizim gibi takıntınız yoksa kesinlikle gidin dinlenmeli deniz tatili yapın derim. Yada düğünden sonra bir müddet dinlenin de gidin derim. Yoksa benim gibi balayının ilerleyen günlerinde ayak sancısından ağlamanız kaçınılmaz :) Ama yok efendim beni etkilemez diyip kültür turu tadında balayı konusunda kesin kararlı olanlar buyurun efendim yazının devamı aşağıda :) Zira üzerinden yaklaşık 3 buçuk ay geçmiş siz tamamıyla dinlenmiş olunca damağınızda anlatılmaz yaşanır bir tat kalmıyor değil..

Yurt dışında balayı fikrine kapılınca bir bayan olarak aklıma ilk takılan soru vizeyi kızlık soyadım ile almış olacağım ve evlenince soyadım değiştiğinden ötürü giriş çıkışlarda sorun yaşayıp yaşamayacağım oldu. İnternette okuduğum yorumlarda sırf bunun için resmi nikahını çok erken tarihlerde yapanlara rastladım. Ama buna gerek olduğu söylenemez. En iyi ihtimal resmi nikahtan sonra evli soyadınının mernise (TC kimlik numaranız ile hakkınızda işlenen bilgilere resmi kurumların ulaştığı sistem) işlenmesi birkaç haftayı buluyor. Bu süreçte biz çoktan gelmiş olacağımız için bu konu sorun olmaktan çıktı. Gene de evlilik cüzdanımı yanımdan eksik etmedim. Bunun dışında hazırlık aşamasında shengen vizesi alma sürecine hiç girmiyorum bile.

Öncelikle Paris'te ulaşım hakkında bilgi vermek gerekirse Paris'te 3 tane havaalanı (CDG, Orly, Beavius) bulunmakta. Biz CDG havaalanını kullandık. Havaalanlarından şehrin merkezlerine inen RER (tren hatları) bulunmakta. Ancak şehir merkezine inmeden önce kaç gün kalacağınıza, nereleri gezeceğinize dair programınızı oluşturmanız ve bilet tercihinizi yapmanız gerek. Şehir merkezine uzaklıklarına göre şehir ''Zone''lara ayrılmış durumda ve uzaklıklara göre zone bilet fiyatlarında da farklılıklar bulunmakta. Ayrıca tekrar RER ile havaalanına dönecek olursanız biletlerin RER'i kapsaması önemli. Şehri tam anlamıyla gezmek için tercih edilecek bütün zone'ları, RER'leri, otobüsleri kapsayan ''Paris Visite Card'' (5günlük 60euro) bizim tercihimiz oldu. Çünkü gezi programımızda Disneyland'da vardı ve Disneyland'a da RER ile gideceğimizden ayrı bir daha ücret ödememiz gerekmedi. Bunun dışında Paris Visite'ye ek olarak bazı müzelerin bedava olduğu; Eiffel kulesine çıkışta, Louvre Müzesi'ne girişte sıra beklenmemesi gibi bazı olanakları kapsayan bir bilet çeşidi daha vardı o da 110 euro'ydu. Ancak biraz düşününce bize pahalı ve gereksiz geldi.
Paris gezimiz boyunca her noktaya ulaşımda metro elimiz ayağımız oldu. Hatta bazen yorgunluktan tek duraklık bindiğimiz bile oldu:). Tek gereken gelişmiş bir metro haritası. Onu da havaalanında metro kartınızı alırken temin edebiliyorsunuz zaten. Bütün şehri yer altından demir ağlarla örmüşler. Sanki yaşam yeraltında kurulmuş da sonradan sığmayıp  yerüstüne taşınmış gibi. Hele o aktarma duraklarındaki kargaşa, insan kalabalığı yok mu oturup saatlerce insanları seyredesim geldi. Bukadar gelişmiş bir metro ağına sahipken ve her istenilen yere metro ile gitme imkanı varken Paris'te başka ulaşım aracı kullanmak bana kalırsa çok saçma. Ayrıca şehirlerin kalbi toplu taşıma araçlarında atmaz mı? Bir ülkede toplu taşıma aracını kullanmadan dönmek olur mu?

metro haritası

Otel seçimimize gelecek olursak tercihimizi yaparken fiyatının uygunluğu ve bize Paris'in o şiirsel halini yaşatabilecek bir otel olması önemli kriterimiz oldu. Şehir merkezine uzak olması ve şehrin merkezinin arka sokakları sayılabilecek olması nedeniyle daha orta statüde sayılabilecek  Montmartre bölgesi bizim tercihimiz oldu. Neticede kaldığımız Eden Otel metro durağına yürüyerek 1-2 dakikalık mesafedeydi bu sebepten uzaklık sorunsalı ortadan kalkıyordu. Ayrıca kafeleri, sokaklarının atmosferi ile bizim hayran kaldığımız Paris'i tepeden gören Sacra Couer tepesine yürüyerek 15 dakikalık mesafedeydi. Paris'te zamanında yaşamış o ünlü ressamlar, yazarlar hep bu bölgede kalmışlar. Otelimizin butik otel havası, iki kişinin yan yana geçemediği daracık koridorları bizi tam bir fransız filminin içine soktu. Olumsuzluklardan da bahsetmek gerekirse gece geç saatlere kaldığınızda metro duraklarının ıssızlığı, sokakların sessizliği biraz ürkütmüyor değil. Hatta ilk gecemizde Sacra Couer tepesinden dönüşümüz baya bir geç saate kaldığında, yolları karıştırıp arka sokağımızda hayat kadınlarının cirit attığı sokağa daldığımızda kalp atışım birazcık hızlanmadı değil :) Gene de birçok sanatçının Paris'i neden sevdiğini anlamak için en az bir gece bu bölgede zaman geçirmek gerek.

İlk gün havaalanından otele ulaşmamız yerleşmemiz bizim tahminimizden daha erken bir saatte olduğu için valizleri odamıza attığımız gibi kendimizi 2.gün programımızda olan yarım gün ayırdığımız Zafer Takı'nda (Arc de triomphe) bulduk. Bu yarım günlük programımızda Zafer Takı, Şanzalize (Champs-Elysees), Concorde Meydanı, Tuileries Bahçeleri, Louvre Müzesi, Sean Nehri, aşıklar köprüsü, III.Alexandra köprüsü vb. tarihi yapıları bünyesinde barındıran bölgeyi gezmeye ayırdık.
Zafer Takı, Napolyon Bonapart tarafından savaş dönüşünde askerlerine evinize zafer taklarının altından geçerek döneceksiniz demesi üzerine Louvre Müzesi ve Concorde Meydanı'na uzanan Şanzalize (Champs-Elysees) Caddesi'nin başlangıcına yapılmıştır. Zafer Takı zamanla bir anıt haline gelmiş ve altında I.Dünya Savaşı sırasında ölen meçhul askerlerin mezarları bulunmaktadır. Mezarın üzerinde bulunan ateş 1923 senesinden beri hiç sönmemektedir.  Zafer Takı'na çıkılabilmekte ama biz yaptığımız programa göre daha çok yeri gezebilmek adına çıkmayı tercih etmedik.

Şanzalize'nin sağlı sollu uzanan lüks mağazaları ile her nekadar bize hitap ettiğini söyleyemesek de Paris'e gelip de turlamak olmaz diyerek Zafer Takı'nı arkamızda bırakarak Concorde Meydanı'na doğru ilerliyoruz. 




Şanzalize'den Concorde Meydanı'na bakış

Şanzalize'den Zafer Takı'na bakış

Concorde Meydanı'na yaklaştıkça birçok ünlü yapı bize göz kırpıyor. Fotoğraf molası verelim, dur şu binanın detayları çok güzelmiş azcık inceleyelim, şu heykel harikaymış biraz bakalım derken birçok yapı ve heykelin önünde molalar veriyoruz. 

Petit Palas (1900lü yıllarda Fransız sanatını tanıtmak adına yapılmış. Müze olarak kullanımakta.)

III. Alexandra Köprüsü  (Sean Nehri üzerindeki en görkemli köprü, 1900lü yılların başında Fransa-Rusya işbirliğini temsilen yapılmış. Dönemin Rus çarının adını taşımakta.)


III. Alexandre Köprüsü


Sean Nehri- III.Alexandra Köprüsü- Les Invalides (içinde müze, kilise, hastane bulunduran XIV.Louis tarafından yapılmış kompleks. İçinde Napolyon'un mezarının bulunduğu Dome Kilise'si vardır.)

Sean Nehri- III.Alexandra Köprüsü- Eiffel Kulesi (3.güne kadar en yakın noktadan selamlaşımız :))

Arkadaki yapı Pantheon (1700'lerin sonunda XV.Louis tarafından yapılmış. İlk yapıldığında kilise olarak kullanılan yapıda bugün Victor Hugo gibi ünlü isimlerin mezarları bulunmakta.)

Concorde Meydanı 
Fransız Devrimi'ne derin bir ilgim olduğu için okuduğum kitaplardan ötürü burada Concorde Meydanı ile ilgili iki satır yazmak isterim. Fransız Devrimi sırasında buradaki Louis heykeli yıkılarak yerine giyotin kurulmuştur. Aslında burada Louis heykelinin yıkılarak yerine giyotin kurulduğu anda Amerika kıtasını saymaysak Fransa'yı örnek alan tüm Avrupa, Balkanlar ve daha nicesi için domina taşları serisi yıkılmaya başladı demekti ve Louis heykeliyle başladı. Bu demek oluyor ki tüm bu bölgelerin tarihinin değişmesine sebep olan tarihi bir meydandır burası. 2800 ila 4000 arasında kişi idam edilmiş burada. Demokrasi, özgürlük adına dökülmüş onca kan. Etkilenmemek, tüylerinin diken diken olmaması elde değil. Bir Jacques'ken bin olmanın, binken tarih yazmanın taşa dönüşmüş halidir bu meydan.
1836 yılında Luksor Tapınağı'ndan getirilen bu dikilitaş bu meydanın kanlı geçmişini unutturmaya çalışmıştır.
Tuileries Bahçesi 
Louvre Müzesi- Concorde Meydanı arkada Şanzalize ve daha birçok müze ve önemli yapının ortasında konumlanmış bir park. Yeşillik desen harika, her tarafında eşsiz yapıların olması olması ayrı bir harika. Avrupa Avrupa diyoruz ya Avrupalı hakikaten yapmış. Bizde de son kalan ağacı söküp yerine otel, AVM dikmek kar sanılıyor. Neyse siyaset şuan işimiz değil. Burada geriye doğru yatan banklara uzanınca insanın kalkası gelmiyor. Yorgunluk atmak için birebir :)

En ilgimi çeken bir diğer konu Fransızların köpek sevgisi. Okadar çok köpek resimi, heykeli varki. Rönesans döneminde koca koca elbiseli kadınların kucaklarında köpekcikler görmek tuhaf geliyor insana. Sanki köpek sadece bu çağa aitmişçesine kabullenemiyor insan :)

Louvre Müzesi
Louvre Müzesi'ne aşık olmuş bir insan olarak elbette yazacak çok şeyim var. Ama burayı 2.güne sakladığımız için 2.gün gezisinde burası hakkında bilgi vereceğim.

Aşıklar köprüsü
Çok enteresandır Paris gezimiz boyunca hava güneşli ve çok güzeldi. Ben mistik yağmurlu Avrupa havasını hep tercih etmişimdir ama. Nedense Avrupa yağmurlu havada gezilir arkadaş diye bir psikolojim var. Gel gör ki biz tam aşk köprüsüne yıllanmış aşkımızın kilidini takarken tatlı bir yağmur başladı. Ortamın ambiyansının şekerliği anlatılamaz.





Tabi sağanak bastırınca kaçmak kaçınılmaz oldu. Yarım günlük bu küçük şehir turu Paris hakkında bize epey bilgi verdi. Burada isteyen, birçok noktadan kalkan şehri tanıtan gezi otobüslerine binebilir. Biz her yeri arşın arşın gezme merakımız olduğu ve fazla bilgi altyapısı ile gittiğimiz için tekrar bir otobüs turu tercih etmeyerek, tercih hakkımızı gene anlatımlı gezi teknelerinden yana kullandık.

 Günün akşamında Montmartre çevresinde Sacre Couer'a çıkarak ressamlar tepesinde geçirdiğimiz güzel akşamımızı yazacağım. Şimdilik sağlıcakla...